Perşembe, Mart 22, 2007
being idle
Boş bir gün geçirmek ve yemek yiyip anime, dizi izlemekten başka bir şey yapmamak harikaydı. Birazcık rahatsızlık hissetmekle beraber işe bile gitmeyip uzun süredir hiç olmadığım kadar tembel olup, sabahtan akşama kadar yaydığım için kendimi iyi hissediyorum. Tez mi?
Pazar, Mart 04, 2007
Kalp Nasıl Kırılır?
İlk adımda kırılacak kalp seçilir, bulunması çok zor değildir, zaten kırılması istenilen kalpler size kendiliğinden gelir, isteklidirler bu konuda, ilk bakışta anlaşılabilir, bazıları nasırlaşmıştır, alışıktır, o zaman bu kalpleri kırmak size beklediğiniz hazzı vermez, yine de yenisini bulana kadar idare edebilir. Bazıları da aslında ezilip büzülmelerine rağmen bunu belli etmemeye çalışır, siz bunu anlayabilirseniz yine de içten içe haz duyabilirsiniz ama tam olarak zirveye çıkamazsınız. Demek ki, ilk adım çok önemli.
İkinici adımda beklentiler, vaatler oluşturulmalıdır. Çevresinde koruyucu bir kalkan oluştuğu hissettirilmelidir ki, koruyucu bir anda ortadan kalktığında panik hali, şok hali oluşmalıdır. Beklentilerin yüksekliği ile panik- şok halinin şiddeti doğru orantılıdır, katsayılarının yüksekliği dikkate alınmalıdır. Bu adımdaki dikkat edilecek bir diğer nokta da toplumca tanımlanmış iyi davranış kavramıdır. İyi davranış inandırıcılığı arttırdığı gibi, sonradan çekilebilecek vicdan azabını da azaltır.
Son adımda en önemli değişkenimiz zaman. Zamanlama hatası yapılması halinde bütün çabanız boşa gidebilir, planlar tersine dönüp sizi vurabilir. Kendinizi korumaya almanız bütün süreç içerisinde en önemli yeri teşkil etmektedir. Karşıdan gelebilecek iyi davranış saldırılarına karşılık, kalbinizin etkilenmemesi için önceden hazırlanmış güvensizlik, tüm kalplerin aslında elinde olsa diğer kalpleri kırmak için can attığı düşüncesi ve görülebilen tüm olumsuz özelliklerden yapılmış bir kılıf ile kalbinizi korumalısınız. Tam olarak alıştığına inandığınız, zayıf olduğundan emin olduğunuz zaman, harekete geçilecek en uygun zamandır. İşte şimdi verilen herşeyi bir anda geri çekebilir veya tercihen aslında vermemiş olduğunuzu belli edebilirsiniz. Bunlara inanmak istemeyen kalbin o çaresiz, zavallı, üzüntülü haline bakarak; "yaa işte korumaya almazsan kalbini, böyle olur gördün mü?" diye iyi bir ders verebilir, kırıldığından iyice emin olmak için de üzerine çıkıp bir kaç kez tepinebilirsiniz. Artık dersini iyice öğrenmiş olan kırık kalbin de sizden aldığı bayrak ile beraber kendisini dışarıya atıp çılgınca zayıf kalpler arayacağından ve sizden öğrendikleri ile başkalarına da bunun iki katını yapacağından emin olarak, kendinizle gurur duyabilirsiniz.
İkinici adımda beklentiler, vaatler oluşturulmalıdır. Çevresinde koruyucu bir kalkan oluştuğu hissettirilmelidir ki, koruyucu bir anda ortadan kalktığında panik hali, şok hali oluşmalıdır. Beklentilerin yüksekliği ile panik- şok halinin şiddeti doğru orantılıdır, katsayılarının yüksekliği dikkate alınmalıdır. Bu adımdaki dikkat edilecek bir diğer nokta da toplumca tanımlanmış iyi davranış kavramıdır. İyi davranış inandırıcılığı arttırdığı gibi, sonradan çekilebilecek vicdan azabını da azaltır.
Son adımda en önemli değişkenimiz zaman. Zamanlama hatası yapılması halinde bütün çabanız boşa gidebilir, planlar tersine dönüp sizi vurabilir. Kendinizi korumaya almanız bütün süreç içerisinde en önemli yeri teşkil etmektedir. Karşıdan gelebilecek iyi davranış saldırılarına karşılık, kalbinizin etkilenmemesi için önceden hazırlanmış güvensizlik, tüm kalplerin aslında elinde olsa diğer kalpleri kırmak için can attığı düşüncesi ve görülebilen tüm olumsuz özelliklerden yapılmış bir kılıf ile kalbinizi korumalısınız. Tam olarak alıştığına inandığınız, zayıf olduğundan emin olduğunuz zaman, harekete geçilecek en uygun zamandır. İşte şimdi verilen herşeyi bir anda geri çekebilir veya tercihen aslında vermemiş olduğunuzu belli edebilirsiniz. Bunlara inanmak istemeyen kalbin o çaresiz, zavallı, üzüntülü haline bakarak; "yaa işte korumaya almazsan kalbini, böyle olur gördün mü?" diye iyi bir ders verebilir, kırıldığından iyice emin olmak için de üzerine çıkıp bir kaç kez tepinebilirsiniz. Artık dersini iyice öğrenmiş olan kırık kalbin de sizden aldığı bayrak ile beraber kendisini dışarıya atıp çılgınca zayıf kalpler arayacağından ve sizden öğrendikleri ile başkalarına da bunun iki katını yapacağından emin olarak, kendinizle gurur duyabilirsiniz.
Cuma, Şubat 02, 2007
Şubat
Şubat ayı en kısa aydır derler ama yanılıyor olabilirler, biliyor musunuz?
Takvim sayfalarını karşılaştırdığınız zaman, evet, en kısası oymuş gibi gözükebilir. Şubat ocakla martın arasında, sandviç peyniri gibidir. İki yandaki dilimlerin kabuklarına değemez. Ayağında lastik şosonlar varken (zaten şubatı çıplak ayak yakalamanıza olanak yoktur) aralıktan bir kafa boyu kısadır. Ama artık yıllarda filiz verdiği zaman nisanın burnuna kadar gelebilir.
Kuzenlerinden ne kadar daha ufak tefek görünürse görünsün, hepsinden uzun sürüyormuş gibi bir inanca sahiptir. Kışın en gaddar ayıdır. Çok zalim oluşu, maskeli baloya gidiyormuş gibi ilkbahar kılığına girebilmesinden, bunu birkaç saat sürdürüp sonra maskesini sadist bir kahkahayla çıkarmasından, herkesin suratına buzlar tükürmesinden ileri gelir ki, buna uzun süre dayanmak gerçekten güçtür.
Şubat acımasızdır. Aynı zamanda da can sıkıcıdır. Sayfasındaki kırmızı rakamları topladığınız zaman sıfır eder. Bir-iki politikacının doğum günü, kemirgenlerle ilgili bayram... nasıl kutlamaymış onlar öyle? Bu sakin şampanyanın tek canlı köpüğü, Sevgililer Günü'dür. Atalarımızın Sevgililer Günü rozetini şubatın gömleğine takmaları bir kaza değildir. Bu frijit ayda kendine bir sevgili bulacak kadar şanslı olan erkek veya kadının gerçekten kutlayacağı bir şey var demektir.
Tomurcuklara hafiften renk vermesi ve içlerindeki yaprakçığı biraz şişkinleştirmesinden başka hiçbir yararı yoktur şubatın. Tıpkı adındaki "ş" harfi kadar yararsız bir aydır. Bir barikat, bir engelmiş gibi davranır. Çamurdur, çirkeftir, sıkıntıdır, ilerlemeyi de, mutluluğu da geride tutar.
James Joyce şubat ayında doğmuştur. Charles Dickens da, Victor Hugo da öyle. Bu da bize gösterir ki, yazarlar başlangıçlarda zayıftırlar ama nerede duracaklarını bilme konusunda daha da beter durumdadırlar.
Şubatın rengi çavdarın üzerindeki domuz yağı gibidir. Kokusu ıslak yün pantolonlar gibidir. Sesine gelince, gıcırdayan bir kemanla çalınan soyut bir ezgidir. Klostrofobisi olan bir şirretin kapalı yerden gelen iniltisi gibi sesi vardır. Ey şubat, sen her iki anlamda da küçüksün! Eğer boyun şimdiki bıktırıcı boyunun iki katı olsa, içimizden pek azı o şen mayıs ayına sağ çıkardı.
...demiş Tom Robbins.
Ben de böyle bir ayda doğmuşum..
Takvim sayfalarını karşılaştırdığınız zaman, evet, en kısası oymuş gibi gözükebilir. Şubat ocakla martın arasında, sandviç peyniri gibidir. İki yandaki dilimlerin kabuklarına değemez. Ayağında lastik şosonlar varken (zaten şubatı çıplak ayak yakalamanıza olanak yoktur) aralıktan bir kafa boyu kısadır. Ama artık yıllarda filiz verdiği zaman nisanın burnuna kadar gelebilir.
Kuzenlerinden ne kadar daha ufak tefek görünürse görünsün, hepsinden uzun sürüyormuş gibi bir inanca sahiptir. Kışın en gaddar ayıdır. Çok zalim oluşu, maskeli baloya gidiyormuş gibi ilkbahar kılığına girebilmesinden, bunu birkaç saat sürdürüp sonra maskesini sadist bir kahkahayla çıkarmasından, herkesin suratına buzlar tükürmesinden ileri gelir ki, buna uzun süre dayanmak gerçekten güçtür.
Şubat acımasızdır. Aynı zamanda da can sıkıcıdır. Sayfasındaki kırmızı rakamları topladığınız zaman sıfır eder. Bir-iki politikacının doğum günü, kemirgenlerle ilgili bayram... nasıl kutlamaymış onlar öyle? Bu sakin şampanyanın tek canlı köpüğü, Sevgililer Günü'dür. Atalarımızın Sevgililer Günü rozetini şubatın gömleğine takmaları bir kaza değildir. Bu frijit ayda kendine bir sevgili bulacak kadar şanslı olan erkek veya kadının gerçekten kutlayacağı bir şey var demektir.
Tomurcuklara hafiften renk vermesi ve içlerindeki yaprakçığı biraz şişkinleştirmesinden başka hiçbir yararı yoktur şubatın. Tıpkı adındaki "ş" harfi kadar yararsız bir aydır. Bir barikat, bir engelmiş gibi davranır. Çamurdur, çirkeftir, sıkıntıdır, ilerlemeyi de, mutluluğu da geride tutar.
James Joyce şubat ayında doğmuştur. Charles Dickens da, Victor Hugo da öyle. Bu da bize gösterir ki, yazarlar başlangıçlarda zayıftırlar ama nerede duracaklarını bilme konusunda daha da beter durumdadırlar.
Şubatın rengi çavdarın üzerindeki domuz yağı gibidir. Kokusu ıslak yün pantolonlar gibidir. Sesine gelince, gıcırdayan bir kemanla çalınan soyut bir ezgidir. Klostrofobisi olan bir şirretin kapalı yerden gelen iniltisi gibi sesi vardır. Ey şubat, sen her iki anlamda da küçüksün! Eğer boyun şimdiki bıktırıcı boyunun iki katı olsa, içimizden pek azı o şen mayıs ayına sağ çıkardı.
...demiş Tom Robbins.
Ben de böyle bir ayda doğmuşum..
Perşembe, Kasım 23, 2006
Belirsizliklerimi, acılarımı, kaygılarımı sıraya koydum, şu an hepsinden bolca var hayatımda. Ne gereksiz yere üzülüyoruz günlük hayatımızda. Her zaman hayatımızda bir yerlerde bir acıya ihtiyacımız oluyor sanırım, yoksa da yaratıyoruz, herkesin yaşadığı acı en büyük acı gibi geliyor
Ölümden daha ciddi bir şey yok.
Oysa biz, işe geç kaldığımız için kaygılanıyoruz, yaşadığımız veya yaşayamadığımız ilişkiler için acı çekiyoruz, bir yerimizi incitsek, bir yerimiz ağrısa bunu büyütüyoruz, başımıza bir felaket gelmiş gibi insanlara anlatıp duruyoruz, şöyle acıyor, böyle fenayım.. Öyle boş geliyor ki şu an bunlar..
Çok sevdiğin bir insanı kaybetmek korkusu, elinden bir şey gelmemesinin acısı, bir gün içerisinde yüzlerce kez umutlanmak arkasından tüm umudunu kaybetmek, bunu defalarca yaşamak, inmek, çıkmak çok ağır.
Ölümden daha ciddi bir şey yok.
Oysa biz, işe geç kaldığımız için kaygılanıyoruz, yaşadığımız veya yaşayamadığımız ilişkiler için acı çekiyoruz, bir yerimizi incitsek, bir yerimiz ağrısa bunu büyütüyoruz, başımıza bir felaket gelmiş gibi insanlara anlatıp duruyoruz, şöyle acıyor, böyle fenayım.. Öyle boş geliyor ki şu an bunlar..
Çok sevdiğin bir insanı kaybetmek korkusu, elinden bir şey gelmemesinin acısı, bir gün içerisinde yüzlerce kez umutlanmak arkasından tüm umudunu kaybetmek, bunu defalarca yaşamak, inmek, çıkmak çok ağır.
Pazar, Ekim 15, 2006
Perşembe, Ekim 12, 2006
Garip, kesik sahneler beliriyor kafamda, olmadık zamanda, olmadık yerde. Hepsi yaşadığım şeyler ama bir kısmı nedense aklıma gelirken şekil değiştiriyor biraz, filmleşiyor. Bir kısmı olduğu gibi kalıp filmleşiyor zaten. Ormanda kaybolmuşuz, hemen ardından da küçükken, küçük bir köpekten kaçarken ormanda kayboluşum..Uyurken Cinerama dinlemişiz, okulda çimenlerde oturmuşuz. Durup duruken sahneler beliriyor kafamda, düşündüğümden değil ama..Dışarıdan izliyormuşum gibi her şeyi, kendimi de dışarıdan izliyorum. Yukarıdan bakıyorum olaylara gibi.Bir de bazı sesler, konuşmalar kafamda yankılanıyor, yine hepsi hayatımda önemli yeri olan konuşmalar deği ama nedense tüm tonlamalarıyla, yerin tüm ayrıntılarıyla geliyor aklıma. Çok fazla mı kendi içime döndüm acaba, ondan mı? Hafızam garip çalışmalar mı yapıyor, o da olabilir..
Perşembe, Ekim 05, 2006
Perşembe, Eylül 28, 2006
Yağmuru sevmiyorum, nefret ediyorum hatta, ancak yağmur yağarken evde oturup, kahve içerek bir film izliyor olursam nefret etmem veya yazın hava sıcakken hemen yağıp biterse ıslanmayı bile isteyebilirim. İstanbul'da sıradan bir iş gününde, okul gününde ayakkabılarımın, giysilerimin ıslanması, saçımın kabarması ve dalgalanması, şemsiyemin ters dönmesi, trafiğin felç olması, insanların montlarının ıslanınca kokması (hele deri montlar), her zamankinden daha kalabalık sokaklar, caddeler (yağmur yağarken nasıl daha kalabalık oluyor anlamıyorum, sanırım insanlar yağmur yağmaya başlayınca kendilerini dışarı atıyorlar), yağmurdan nefret etmemde etkendir herhalde. Anlamadığım bir konu da şu; neden ben tam dışarıya adımımı attığım zaman şakır şakır yağmaya başladığı..
Yağmuru bu kadar sevmeyen bir insanın son haftalarda kendini nasıl hissettiği tahmin edilebilir sanırım, aylarca yıllarca hiç durmayacak gibi geliyor, ben bu ruh halinden hiç çıkamayacağım, yürürken suratım hep domuz gibi olacak, bastığım kaldırım taşlarının diğer köşelerinden çamur fışkırdığında küfür edeceğim, saçak altlarında kuyruk halinde yürüyen insanlara sinir olacağım, işe hep geç kalacağım, cadı gibi saçlarla dolaşacağım, hep evde olmak isteyeceğim..
Ben kış uykusuna yatmak istiyorum, yaz geldiği zaman beni uyandırın..
Yağmuru bu kadar sevmeyen bir insanın son haftalarda kendini nasıl hissettiği tahmin edilebilir sanırım, aylarca yıllarca hiç durmayacak gibi geliyor, ben bu ruh halinden hiç çıkamayacağım, yürürken suratım hep domuz gibi olacak, bastığım kaldırım taşlarının diğer köşelerinden çamur fışkırdığında küfür edeceğim, saçak altlarında kuyruk halinde yürüyen insanlara sinir olacağım, işe hep geç kalacağım, cadı gibi saçlarla dolaşacağım, hep evde olmak isteyeceğim..
Ben kış uykusuna yatmak istiyorum, yaz geldiği zaman beni uyandırın..
Pazar, Eylül 24, 2006
Cuma, Eylül 22, 2006
Şunu farkettim, herkes aynı dönemi geçiriyor, herkes sivilceler çıkarıyor, asabi tavırlar sergiliyor, panik ataklar geçiriyor..Ergenlik döneminden bahsetmiyorum hayır, tez yetiştirmekten bahsediyorum. Bu ergenlik dönemi gibi bir şey, bir tek ben değilim, tez yazan herkes bunları yaşıyor. Bu bir miktar rahatlatıyor beni ama şu an son ihtiyacım olan şey bu, rahatlamamalıyım, 3 ay kaldı teslim etmeme, hala bir kaç kaynak dışında ortada bir şey yok, uzatmalara da gitmek istemiyorum, daha ne kadar uzatacağım, yeter vereyim de kurtulayım. Sonraki hayallerim şu şekilde; işten çıktıktan sonra tv karşısında yayma özgürlüğüm olacak, geceleri tezsiz, saatsiz rüyalar görebileceğim, araştırma yapmadan geçirdiğim tüm saatler için çektiğim vicdan azabı kaybolacak böylece ben de tezimi teslim ettikten sonra sunumu yapıp onayı aldığım gün bunu kutlamaya gelen herkese bir bira ısmarlayabileceğim. Evet hayalim herkese bir bira ısmarlamak.
Çarşamba, Eylül 20, 2006
ff
Çok koşuşturup çok şey yapıp ortada bir şey göremiyorum sanki. Bir rahatlama söz konusu evet, bugün ne çok şey yaptım deyip yorgun da olduğum için rahat uyuyabiliyorum. Bir panik durumu da söz konusu. Pause devre dışı artık. Play bile değil, hızla ileriye sarıyorum. Akşam geçen günüme bakınca hızlı çekimde gibi görülüyor olaylar. Pek çok yenilikler, pek çok planlar..O kadar uzun süre neden durdum onu da bilmiyorum. Peki ben duruken bütün bu yapılması gereken şeyler ne yapıyordu? Araya mı sıkıştırılıyordu? Öylece onlar da mı duruyordu? Yavaş yavaş olacak bir şeyler. Hadi bakalım. Neyse önemli değil, herşey kontrolüm altında artık, panik yok..
Çok koşuşturup çok şey yapıp ortada bir şey göremiyorum sanki. Bir rahatlama söz konusu evet, bugün ne çok şey yaptım deyip yorgun da olduğum için rahat uyuyabiliyorum. Bir panik durumu da söz konusu. Pause devre dışı artık. Play bile değil, hızla ileriye sarıyorum. Akşam geçen günüme bakınca hızlı çekimde gibi görülüyor olaylar. Pek çok yenilikler, pek çok planlar..O kadar uzun süre neden durdum onu da bilmiyorum. Peki ben duruken bütün bu yapılması gereken şeyler ne yapıyordu? Araya mı sıkıştırılıyordu? Öylece onlar da mı duruyordu? Yavaş yavaş olacak bir şeyler. Hadi bakalım. Neyse önemli değil, herşey kontrolüm altında artık, panik yok..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)